Bu içerik, Klinik Psikolog Pelin Bingöl tarafından hazırlanmıştır.
Rosenhan deneyi, Psikolog David L. Rosenhan ve gönüllü yardımcıları tarafından gerçekleştirilmiş olan ünlü bir deneydir. Rosenhan ve yardımcıları, akıl hastalarına koyulan psikiyatrik tanıların doğruluğunu belirlemek hedefiyle bu deneyi geliştirmişlerdir. Ekiptekiler, bu amaç doğrultusunda
akıl hastası rolü yaparak akıl hastanelerine girmiş ve gözlemlerini not almışlardır.
Rosenhan Deneyi Nasıl Yapıldı?
Bir ressam, bir çocuk doktoru, bir psikiyatrist, bir psikoloji bölümü öğrencisi, bir ev hanımı ve üç psikologdan oluşan ekip, ABD’deki beş ayrı eyalette birbirinden farklı on iki ruh sağlığı
hastanesinden acil randevu aldılar. Geçmişlerinin araştırılmasını önlemek ve aynı zamanda deney sonlandıktan sonra bir hastalıkla anılmamak amacıyla başvurularını sahte isim ve adres ile yaptılar.
Ekiptekiler hastaneye girebilmek amacıyla net olmayan ‘’… boş, boşluk, tok’’ diyen sesler işittiklerini söylediler. Sahte isim, adres kullanma ve hastaneye girebilmek amacıyla bahsettikleri
gaipten ses duyma durumu haricinde hayat hikayelerinde herhangi bir değişiklik yapmadılar.
Başvuran sahte hastaların bahsettikleri semptomlar, hastane personelleri tarafından dikkate alındı ve akıl hastası olabilecekleri düşüncesiyle hepsi hastaneye yatırıldı. Hastaneye yatırılan 8 kişiden 7’sine uzmanlar tarafından şizofreni tanısı konuldu. Aslında hasta olmayan bu katılımcılar hastaneye yatış sonrası hasta taklidi yapmayı bıraktılar, servis faaliyetlerine katıldılar. Başka bir ifadeyle artık bahsettikleri sesleri duymadıklarını söyleyerek ‘’normal’’ davranmaya başladılar; iyi hissettiklerini ve bu sebeple de bir an önce çıkmak istediklerini dile getirdiler. Ancak bu durum hastane personelleri tarafından ciddiye alınmadı ve ‘’çıkabilir’’ kararı verilinceye kadar da hastaneden ayrılamayacakları bilgisi verildi.
Ekipteki sahte hastalar, yemek saatlerine düzenli katılım göstermek gibi görevlilerin talimatlarına uydular. Tedavi amacıyla kendilerine 2100 tablet verildi. Ancak sahte hastalar kullanmaları gereken ilaçları da içiyormuş gibi yapıp hepsini hastanenin tuvaletine atarak kullanmadılar. Diğer hastaların
da ilaçları tuvalete attığını ama kendilerini kontrol ettikleri sürece bu durumun hastane personeli tarafından görmezden gelindiğini gözlemlediler. Sahte hastalar, personeller ve hastalar ile ilgili gözlemlerini ilk zamanlar gizlice not aldılar. Ancak sonrasında fark ettiler ki hiç kimse tuttukları noktalarla ilgilenmiyor. Bunun üzerine gözlemlerini görevlilerin ve hastaların arasında not almaya başladılar. Kısaca deney aslında personellerin gözü
önünde gerçekleştirildi fakat şüphelenen veya fark eden olmadı. Aksine bu durum normal davranışlarının hastalık lehine yorumlanmasıyla sonuçlandı. Örneğin günlük yazıyorlarsa ‘’ hasta
sürekli yazıyor’’ ‘’ yazma eylemiyle ilgili aşırı bir meşguliyeti var’’ denildi. Ya da yemeğe erken gitmeleri ‘’oral bağımlı davranış’’ olarak değerlendirildi. İnsanlarla çok fazla iletişim kuruyorlarsa
‘’yapışıp bir kişilik’’ gibi şeyler söylendi. Kısaca eylemleri bir kurama uyacak biçimde çarpıtıldı.
Sahte hastalar, hastaneye girdikleri zaman hastaneden çıkabilmek için görevlileri inandırmaları gerektiğinin bilincindeydiler. Buna uygun olarak arkadaşça davranışlar sergilediler ve hepsi
‘’remisyonda şizofren (gerileyen şizofreni)’’ tanısı ile taburcu oldular. Böylece hastanede ortalama 19 gün, en kısa 7 gün ve en uzun 52 gün kaldılar. Hastaneden çıktıktan belli bir süre sonra
gözlemlerini de kamuoyu ile paylaştılar.
İzlem Çalışması
David Rosenhan ve ekibi gerçekleştirmiş oldukları deneyle dikkatleri üzerlerine çektiler. Hatta bir klinik görevlisi kendi hastanesindeki psikiyatrist ve psikologların gerçek hastaları sahte hastalardan ayırt edebileceklerini iddia etti. Bu sebeple de Rosenhan’dan sahte hastaları kendi hastanesine
göndererek bu deneyi tekrarlamasını talep etti. Rosenhan gelen bu teklife onay verdi ve böylelikle deneyin ikinci kısmı başladı. Daha sonrasında hastanelere ‘’gelecek 3 ayda bir ya da birden fazla sahte hasta gelip yatacak’’ diye bir bilgi verildi.
Peki ne oldu?
• Görevlilere yatan her hastaya 10 üzerinden sahtelik puanları vermeleri istendi. 193 hasta ‘başvurdu’. 41’i görevliler tarafından 23’ü psikiyatristler tarafından 19’u her ikisi tarafından
sahte hasta olarak değerlendirildi
• Peki kaç sahte hasta vardı? HİÇ.
Rosenhan açıklamasında belirtilen süre zarfında hiç sahte hasta göndermediklerini ifade etti. Rosenhan, gerçekleştirdiği deneyler sonrası akıl hastanelerinin akıl hastası ile “normal” bir insanı birbirinden ayırt edemedikleri sonucuna
ulaştı.
Sonuç olarak…
Alanında başarılı bir psikiyatrist belli bir tanıyla danışanı psikoloğa yönlendirse dahi psikolog durumu yeniden gözden geçirmeli ve sorgulamalıdır. Çünkü danışanın o uzmanla kurduğu ilişki
seans odasında paylaştıklarının içeriğini etkileyebilmektedir. Bu durum bağlantılı olarak tedavinin gidişatını da değiştirebilir.
Bunun yanı sıra kişinin belli bir tanıya sahip olması tek başına her zaman önemli değildir. Çünkü uzman yalnızca o tanıya doğru yönelirse danışanı unutur ve yalnızca tanıyı tedavi etmek amacıyla
bir yol izler. Ancak durum bu kadar basit değildir. Örneğin travmatik yas süreci yaşayan üç farklı danışan düşünelim. Aynı tanıyı alsalar dahi her birinin kaybettiği kişiyle kurmuş olduğu ilişki, o kişiyi nasıl kaybettiği birbirinden farklı olabilir. Bu sebeple danışanlara farklı şekillerde yaklaşmak gerekebilir. Kısaca tanı uzmanlar için birer yardımcıdır. Ancak asıl belirleyici olan danışandır. Danışanın durumu nasıl deneyimlediğidir.
Bir önceki yazımız olan BOŞANMA başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.