An itibariyle Amerika, koronavirüsün en çok görüldüğü 3. ülke konumunda. Yaklaşık olarak 56 bin kişide virüs saptandı ve ülkenin nüfusu göz önüne alındığında bu sayılar oldukça artacak gibi duruyor. Bu süreçle ilgili konuşmalarda Amerikan başkanı Donald Trump’ın ‘Koronavirüs’ yerine inatla ‘Çin virüsü’ demesi gündemi oldukça meşgul etti. Hatta gazeteciler Trump’a bu durumun ayrımcılık ve nefret hislerini körükleme ihtimaline karşın neden ısrarla bu kullanıma devam ettiğini sordular, Trump’ın cevabı ise netti: “Hayır nefret hislerini körüklemez. Kullanıyorum çünkü virüs Çin’den geliyor”.
Bu kadar basit mi gerçekten?
İşin aslına bakıldığında yaşanan büyük salgınların tarihçesinde hep bir ‘kurban’ bulma çabası olduğu görülüyor. Örneğin 1918 yılında başlamış olan İspanyol gribini ele alalım. O dönemde 50 milyon kişinin hayatına mal olan bu gribin İspanyol yemekleri ile hiçbir alakası yok. Aslında İspanya’da dahi başlamadı. Dahası ilk vaka Kansas eyaletinde raporlandı, sonrasında 1. Dünya Savaşı ile birlikte Avrupa ve Asya’nın büyük kesimine yayılmış oldu. Adının İspanyol gribi kalmasının nedeni ise bütün dünya griple ilgili bilgileri saklarken, İspanyol medyasının şeffaf paylaşımda bulunmasıydı. Bu konudaki en yakın örnek ise Ebola virüsünde yaşandı. 2014’te Afrika’nın birkaç ülkesinde ortaya çıkan virüs birçok cana mal oldu. O süreçte dünya, siyahi ırklara karşı oldukça negatif bir tutuma büründü. Zaten ırkçılığı engellemeye yönelik sağlam adımların görece yeni atıldığı süreçte böyle bir ayrım, sadece nefreti daha da pekiştirdi.
Henüz virüs ülkeye girmemişken, tarihler 7 Şubatı gösterdiğinde sosyal medyaya ilginç bir görüntü yansıdı. Vapur iskelesinde bekleyen Tayvanlı bir turist, sırt çantasına led ekranda değişen yazılar yazdırmıştı. Çantada “Çinli değilim, Tayvanlıyım. Ölürüm Türkiye’m” yazıları geçiyordu.
O dönemde bu görüntü birçok insanı eğlendirdi ve video viral olarak yayıldı. Ancak şu an geldiğimiz durumda, hem sokakta hem sosyal medyada virüsün başlangıç yeri olan Çin’e ve Çin’e dair her şeye karşı yoğun bir nefret hakim. Aslında bu durum sırf Türkiye ile sınırlı da değil. Virüsten en yoğun etkilenen ülkelerden olan İtalya’da da halk Çinlilere yönelik oldukça tepkili. Çin’in tarihi, ürettiği maddeler, insanları, yeme alışkanlıkları dahil neredeyse her şeyi sözel saldırı altında. Twitter’da linç kültürü o kadar ilerlemiş durumda ki Çin’in yemek stilini eleştiren, yaşadığımız sıkıntılar için onları suçlayan twitler on binlerce beğeni alıyor. Yaşanan süreç bütün dünya için korkunç. Ancak bu konuda Çin’i suçlamak yerinde mi gerçekten? Şu anda Çinlilere yönelik alınan tutum ve söylemler hızla zenofobi yolunda ilerliyor.
Nedir bu zenofobi?
Zenofobi, sıklıkla yabancı insanlara karşı duyulan nefret veya yabancı insan korkusuna verilen isimdir. Bu rahatsızlıkta hem bilinmeyene duyulan korku hem de kendine benzemeyene yöneltilen nefret vardır. Bu nefret kimi zaman bir topluluğun içindeki göçmenlere veya azınlıklara kimi zaman da çeşitli kültürel özelliklere karşı olmaktadır.
Çin’e şu anda dünya çapında yapılan ayrımcılık ve nefret, genellikle ülkenin kültürel özelliklerini hedef almış görünüyor. Ancak unutulmaması gereken nokta, virüs geçtikten çok sonra dahi kitlesel düzeyde zenofobinin artarak devam edebileceği. Asyalılar sıklıkla Avrupa ve Amerika tarafından ‘pis, iğrenç şeyleri yiyen, hastalık taşıyıcı’ olarak nitelendiriliyor. Ancak bu etiketlerin ve ön yargıların sosyal yaşamı ele geçirmemesi için bir noktada gidişata ‘Dur’ demek, olayları daha rasyonel şekilde ele almak gerekiyor. Aksi takdirde şimdi Çinlilerden nefret etmenin sebebi koronavirüs olarak gösterilirken, ileride başka bir neden yaratılması ve nefretin devam ettirilmesi oldukça olası. Altta yatan nefret ve negatif etiketler sabitken, sebepler sadece gelir ve geçer.
Irkçılık ve Zenofobiye Karşı Nasıl Savaşılabilir?
- Diğer kültürlere saygı duymayı öğrenerek: Şu anda yaşanan koronavirüs salgını hepimizi ilgilendirmektedir. Bu süreci bir kesimi suçlayarak veya ırkçı söylemlerde bulunarak atlatmak ise mümkün değildir. Bunun yerine diğer kültürleri araştırmak, farklı yemekleri ya da inançları neden benimsediklerini öğrenmeye çalışmak size bilgi katacaktır.
- Nefret söylemlerinden kaçınarak: Bir grubu ya da kültürü aşağılamanın hiçbir noktasında ‘mizah’ yoktur. Bu sadece acımasızca yapılan etiketleri ve stereotipleri pekiştirir.
- Toleransı ve farklılıklara saygı duymayı öğrenerek: Her kültür aynı değildir. Yemek ise kültürel bir ögedir. Bizim ‘Ölsem yemem’ dediğimiz bazı yiyecekler, diğer kültürler için vitamin açısından gayet zengin olabilir ve bin yıllardır edinilmiş bir yeme alışkanlığının içerisinde yer alabilir. Bu durumda yapılacak şey ise farklılıklara saygı duymayı öğrenmektir.
- Saldırıları engelleyerek: Eğer ki çevrede Çinli veya Asyalı kişilere yönelik nefret söylemlerine tanıklık ediyorsanız çevrenizi bilinçlendirmek için çaba harcayabilirsiniz.
Kaynaklar
https://www.unicefusa.org/stories/5-ways-fight-racism-and-xenophobia/34567
https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-51325331
https://www.washingtonpost.com/nation/2020/03/20/coronavirus-trump-chinese-virus/
https://time.com/5807376/virus-name-foreign-history/
http://www.aktuelpsikoloji.com/zenofobi-nedir-belirtileri-nelerdir-11590h.htm
Bir önceki yazımız olan Yalnız Kalabilme Kapasitesi başlıklı makalemizde evdekal, insan olmak ve varoluş hakkında bilgiler verilmektedir.